Ehl-i Hiref’den Kâşicîbaşı’na – İznik Çinisi

Çini; aslı toprak olan, üzeri sırlanarak çeşitli şekillerle nakışlanıp, pişirilmek suretiyle, meydana getirilen bir sanat eseri. Bugünkü Türkistan, Orta Asya ve İrlanda ise “Sertleşmiş Toprak” anlamına gelen ve “Kaşi” diye adlandırılan çini, porselen ve fayansların ilk defa Çin’den getirilmiş olmasından dolayı, “Çin İşi” anlamında ortaya çıkmış bir kelimedir.
Bir süsleme sanatı olan çinicilik Türkler’ in İslamiyet’i kabulünden sonra daha da yaygınlaşmıştır. İslam dinindeki tasvir (resim) yasağı onları duygu ve düşüncelerini aktarmada bu tür süsleme sanatlarına yönlendirmiştir. Aslında İslam ikonografisini oluşturmuştur.
Fatih Sultan Mehmed’in sanata değer vermesiyle Osmanlının sanat düzeyi yükselmiş ve bu dönem önemli gelişmelere tanık olmuştur. Fatih Sultan Mehmet tarafından Topkapı Sarayı'nda açılan nakkaşhanelerde motifler tasarlanıyor daha sonra sarayın verdiği siparişler doğrultusunda İznik’te üretiliyordu. Bu nedenle İznik yapımı çinilerin sanatsal başarısı nakkaşhanenin, teknik başarısı İznikli seramik ustalarınındır. Osmanlı çinilerinin en güzel ve en eski örnekleri İznik’te yapılmıştır. Osmanlının sanatsal yükselme döneminde özellikle, 15. ve 17 yüzyıllar arasında İznik seramik atölyelerinin büyük payı vardır.
Kanuni Sultan Süleyman döneminde, Sinan gibi ünlü bir mimarın, İznik’teki çinilerin kalitesini tercih etmesi ve İznik’in deniz yolu ile sipariş edilen çinileri daha kolay İstanbul’a ulaştırabilme olanağı, İznik’te 16. yüzyılda bu sanatı icra edenlerin bir lonca kurmalarına olanak tanımıştır. İznik atölyelerinde Osmanlı sarayının, siparişlerinden boş kalan dönemlerde yurt içi ve yurt dışı için kullanım amaçlı “evani” adı verilen kap kacak üretimi yapılmaktaydı. Avrupa’da keramik sanatı pek gelişme gösterememiş, günlük kullanım amacı ile ürettikleri keramikler, zariflik den uzak, kaba çömlek tarzında vasıfsız ürünlerdi. İznik çinileri ise lüks keramik eşya olarak tanınıyor ve aranıyordu. Cenova’lı çini tacirleri, gemileri ile Karamürsel iskelesine yanaşırlar İznik’te atölye atölye dolaşarak mal toplarlar eğer yeteri kadar çini bulamazlarsa beklemeleri uzar, hazırlanmakta olan çinilerin fırınlanıp çıkmasını beklerlerdi. Bu tacirler her defasında 2000 civarında İznik çinisi alırlardı.
Gelelim Dünyaya ününü duyuran İznik çinilerinin mutfak sırrına; “hamuru”
Çini hamuru reçetelerinde küçük bir oranda yanlışlık tamiri büyük hatalara neden olabilmektedir. Çini hamuru yapımında kullanılan üç önemli hammadde vardır. Beyaz kil, cam tozu, kuvars ( %80-%85 oranında).
İznik çinisinin en büyük özelliği ise bünyesinde %80-%85 oranında bulunan kuvars hammaddesidir. Kuvarsın özellikleri İznik çinisini ayrıcalıklı yapıyor. İnsanı pozitif etkiler ve insanın üzerindeki stresi emer. İznik çini bünyesinin dokusundaki gözenekli yapı ve yüzeydeki sırı sesin homojen dağılmasını sağlayarak akustik etki yaratır. Alt bünyedeki mevcut por dağılımı nedeni ile kaplandıkları duvarların gaz sıvı geçirgenliğini sağlar. Bu ise duvarların nefes almasını sağlar. Ayrıca bu yapı ısı izolasyonuna da katkı sağlayarak nemi engeller, dolayısıyla bakteri ve küf oluşumuna engel olur. Mekânlarda ısı yalıtımı görevini üstlenerek binaların yazın serin kışın sıcak olmasını sağlamasının yanında mekanları olduğundan geniş yüksek ve ferah gösterir. Sır tabakasını yansıtıcı özelliği ile ışık dalgalarının homojen dağılımını sağlar. Moleküler yapısı gereği radyasyonu tutma özelliğine sahiptir.
Dünya literatüründe "Rodos işi", "Şam işi", "Milet işi" ve "Haliç işi" olarak bilinen çinilerin asıl üretim merkezinin İznik olduğu, 1960’lı yıllarda başlatılan kazılarla ortaya çıkarılmıştır.
16. yüzyılda İznik’te başlayan teknolojik gelişmeler beraberinde kırmızı hamurlu çinilerin yerini sır altı tekniğinde, ince beyaz astarlı, beyaz hamurlu, parlak şeffaf sırlı mavi-beyaz çini ile seramiklerin yer almasına bırakmıştır. Bu yüzyılda erken mavi-beyaz çini grubu yapılarının arasında en güzel örnekleri, Bursa Yeşil Türbe de Sitti Hatun sandukası, Şehzade Ahmet Türbesi, Şehzade Mahmut Türbesi ve Cem Sultan türbesi, Edirne Muradiye Camii ve Edirne Üç Şerefeli Camii’nde çeşitli desende altıgen formunda mavi-beyaz çiniler karşımıza çıkmaktadır.
Milet işi; bugüne kadar aslında yanlış bilinen Milet işi Beylikler dönemi yani erken Osmanlı Dönemi’nin en mühim seramik grubu al hamurlu idi ve süslemeler de en çok mavi, ak astar ve şeffaf sır altı yöntemi uygulanmıştır.
Rodos işi; ilk olarak bir Fransız elçi tarafından Paris’e götürülmek üzere Rodos Adası’ndan satın alındığı için bu isimle tanınan çok renkli bezemeli bu teknikten çok sayıda buluntu İznik kazınlarında ele geçmektedir. İznik’e asıl ününü sağlayan bu teknikteki belki de en önemli buluntu şu anda İznik Müzesi koleksiyonunda bulunan, İznik Çini Fırınları Kazısı’nın 1983 yılı buluntularından olan armalı bir tabaktır. Paris Cluny Müzesi’nde de fazla sayıda mevcut olan örnekleri vardır.
Haliç işi; motifi günümüzde Helezoni Tuğrakeş olarak da bilinen bu üslup, 15.yüzyıl sonuyla 16.yüzyıl başlarında daha çok vazo, kâse ve tabaklarda kullanılmış mavi, turkuaz, siyah renklerle helezon şeklinde sarmaşık motifleri kullanarak yaşamın sürekliliği simgelenmiştir. Bu dönemde Haliç kıyılarına yakın olarak Sirkeci ve Aksaray kazılarında bulunan parçalara bağlı olarak yanlışlıkla ‘Haliç İşi” olarak adlandırılmıştır. Fakat bu çinilerin Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesinde adı geçen Haliç atölyeleri ile bir ilgisi bulunmamaktadır. 16. yüzyılın ilk yarısında tarihlenen bu çinilerin İznik çini fırınları kazılarında çıkan çok fazla örneği ile İstanbul ile bir bağlantısı olmadığı kanıtlanmıştır.
Şam işi; lale sümbül ve karanfillerden oluşmaktadır. Bunların yanında enginar, balık pulu, açılmamış güller olarak da görülmektedir. Bu çinilerde renkler de zenginleşmiştir. Mavi ve firuzeden başka manganez, menekşe moru, zeytuni yeşil renkleri de kullanılmıştır.
Baba Nakkaş motifleri; 15.yüzyılda sarayın baş nakkaşı olan Baba Nakkaş’a atfedilen bu üslupta ana renk kobalt mavisi ve tonlarıdır. Üslup, yuvarlak hatlı hatayi motiflerle, kendi üstlerine dönük yapraklarla, rumi, yazı, geometrik ve bulut desenlerinden oluşan grubun öncüsü olarak kabul edilmektedir. Baba Nakkaş desenine ait ilk çini örneklerinin Bursa Şehzade Mahmut Türbesi’ndeki bordür çinileri olduğu düşünülmekle beraber Bursa Şehzade Ahmet Türbesi’ndeki bordür çinilerinde ve Manisa Valide Camii mihrap duvarlarındaki iki alınlıkta Baba Nakkaş desenine ait çiniler bulunmaktadır.
Saz yolu Motifleri; Kanûnî Sultan Süleyman dönemi Osmanlı Saray nakkaşhânesi sernakkaşı olan Şah Kulu, “Saz Yolu” adıyla bilinen bezeme üslûbunun ilk temsilcisidir. Bu üslubun ana motifleri sivri uçlu kıvrık hançerî yapraklar, hatâyî üslûbu çiçekler, efsanevî hayvanlar (ejderha, zümrüd-ü ankā, ch’i-lin), orman hayvanları ve periler görülmektedir. En güzel örneği Topkapı Sarayı Sünnet Odası dış cephesindeki yekpâre saz üslubu panodur.
Tüm dünyayı kendine hayran bırakan İznik çinilerinin gizli anlamları var.
Nar, Üzüm salkımı, haşhaş çiçekleri desenleri bereket ve bolluğun simgesidir.
Lale, Arapça kelime yazılış olarak Allah lafzını temsil ettiği için çokça kullanılmıştır. Sembol olarak da hilal şekline benzediği için Osmanlı sancağı olarak da anlamlandırılmıştır. Dalı tek olan bir çiçek olduğu için de tasavvufi manada Allah’ ın birliğini ve aşkı temsil eder.
Karanfil, yenilenmeyi ve baharı simgeler.
Gül, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’ i (SAV) ifade eder.
Servi ağacı, Allah kelimesinin ilk harfinin Elif’i andırması ile sonsuzluğun simgesi olarak tasvir edilir. Aynı zamanda ahiret hayatını simgeler.
Lotus çiçeği, saflığın ve manevi olgunluğun sembolüdür.
Çintemani deseni, güç,kuvvet ve saltanatın sembolü olduğu kadar “Gönül Gözü, Akıl Gözü ve Dünya Güzünü” de simgeler. Orta Asya kökenli olarak bu motif ilk Timur sikkelerinde kullanılmıştır. Tılsım biçiminde de mana taşımaktadır.
Hayat ağacı, ilk defa Selçuklular’da kullanılmaya başlanmıştır. Hayat ağacı yaşamın sembolüdür. Köklerden başlayarak dallara uzanan yapısı ile yaşama sevinicini aynı zamanda yer altı, yaşadığımız dünya ve gökyüzü şeklinde üç alanı da temsil eder.
Penç motifi, çiçeğin kuşbakışı görüntüsünün üsluplaştırılması ile elde ettikleri bir şekildir. Penç adı verilen motif Farsça’daki beş manasına gelmektedir ve yaprak sayısına göre adlandırılmaktadır. Tek yapraklılar için tek berk, iki yaprak için dü berk, üç yaprak için se berk, dört yaprak için cihar berk, beş yaprak için genç berk altı yaprak için de şeş berk olarak isimlendirilme uygulanmaktadır.
Kalyon, 16. yüzyıl sonlarında kullanılmaya başlayan bu motif gemi, kadırga, kayık gibi nesnelerin stilize edilmiş halidir. Araştırmalara göre o dönemde gemi tasvirinin sevildiği rivayet edilir.
Balık Pulu, çini desenlerinde zemini tamamen doldurmak ya da yaprakları ve sazları birbirinden ayırmak için balık pulu motifi kullanılmıştır.
Bu çinilerle bezenen birçok yapının arasında Mimar Sinan’ın yaptığı, İstanbul’daki Rüstem Paşa Camisi’nin özel bir yeri vardır. Bu camide kullanılan, 41 çeşit lale motifi taşıyan çiniler Osmanlı çiniciliğinin bu yüzyılda ne kadar geliştiğini gösterir. İstanbul’daki Sultan Ahmed Camisi 17. yüzyıl çiniciliğinin en güzel örneklerini sergilemektedir. Ancak bu yüzyıl öncesinin özellikle mercan kırmızısı rengi, yerini tatlı yeşile bırakmıştır. Gene bu yüzyılın çinilerinde selvi ağacı gibi yeni bir motif ortaya çıkmıştır.
İznik’te 1980–1995 yılları arasında yapılan Roma Tiyatrosu kazısında uzun yıllar bilinmeyen renk ve desenlerde binlerce çini keramik parça gün ışığına çıkmıştır ve Türk sanatının karanlıkta kalan yüzüne ışık tutmuştur. Aynı zamanda, değişik nedenlerden ötürü bozuk (olgunlaşmamış), yanık (derecesi yüksek gelmiş), birbirine yapışmış, fırın taşına sırrın akması gibi nedenlerden dolayı fırından çıkarılan birçok sırlanmamış keramik parçalar ve fırın malzemesi bulunmuştur.
Bu kazı çalışmaları sonucu çıkan parçalar bugün “Yaşayan İnsan Hazineleri Ödüllü” çini ve seramik sanatçısı Adil Can Güven ve “en büyük destekçim” dediği sevgili eşi Nursan Güven’in ellerinde yeniden hayat buluyor. Kim bilir belki 5 asır sonra İznik çiniciliği eski ihtişamlı günlerine kavuşur.
